Başlangıç ve İlk Eğitim Yılları
MUSİKİ YAŞANTIM [BİR TUTKU ~ BİR AŞK ~ŞİİR İLE EZGİLERİN BİRLİKTELİĞİ]
Çocuk yaşlarımda başlayan bu ilgi benimle birlikte büyüdü, giderek kocaman oldu ve
sonunda ortaya sanatçı ve şair kimliğiyle bir Yavuz Aksoy çıktı. 12-13 yaşlarında iken
bir gün kucağımda bir zenne udu buluverdim. Bunu sağlayan rahmetli annemdi. Benim
o güne kadar musikiye olan ilgimi gördüğü için, bir komşuda kenara atılmış bu udu alıp
bana yepyeni bir ufuk açıyordu. Zenne udu, çocuk ya da kadınlar için yapılan, normal
uda göre, daha ufak boyutlarda olanına deniliyor. Tam da kucağıma göre. Babamın ud
hakkında az çok biraz bilgisi var. Bana mızrap vurmayı o öğretti. Tellerin sıralanışındaki
temel bilgileri o verdi. İşte böyle başladım. Çok kısa zamanda işin kuramsal tarafını da
öğrenmiştim. Bemol ve diyezlere basmayı da neredeyse bir yıl geçmeden öğrenmiştim.
Her gün bir fırsat yaratarak en az bir saat udumla ilgileniyorum. Bu sırada bir de nota ile
şarkıları yazma merakı başladı. Babamın esaret yıllarından kalma bir defteri var ; birlikte
onu deşifre ettik. Böyle diyorum, çünkü şarkı sözleri arapça yazılmış. O defterdeki bütün
şarkıları yeniden yazdım. Ayrıca elime geçen mecmualarda bulduğum şarkı notalarını da
bir defterde topluyorum. O defterim, 60 yıldan fazla da olsa hala saklı durmaktadır. İşte
tutku budur ! Kabataş Lisesi’nde okurken, musiki derslerinde iyi eğitim aldım sanırım.
Sözünü ettiğim yıllarda radyoda her akşam, zamanın en ünlü sanatçılarının 30-45 dakika
süren programları olurdu. Bu sanatçılar : Müzeyyen Senar, Safiye Ayla, Hamiyet Yüceses,
Perihan Altındağ Sözeri, Münir Nurettin Selçuk, Ahmet Üstün ve daha sonraları Zeki Müren.
Bir de fasıllar olurdu değişik saatlerde. Bunları izlerdim. Bir zaman sonra onlarla birlikte
söylemeye başladım. Giderek repertuar yapmaya başladım ; bazı şarkıları artık ezbere
okuyabiliyorum. Bu arada onlara, ud ile eşlik etmeye çalışıyorum.
O yıllarda ailece konserlere gidiyoruz. Bu konserlerin iki adresi var. Yaz ayları dolmabahçede
Küçük Çiftlik adındaki gazino Pazar günleri saat 15 de başlayan aile matinesi yapıyor. Makul
bir duhuliye (giriş ücreti – o zamanlardaki adı bu idi) ile giriliyor. Biraz ikramda bulunuluyor.
Ama esas konu, yarım saat süren fasıl ile başlayan ve sonra iki saate yaklaşan bir süre ardarda
sanatçıların solo yaptıkları bir konserler dizisiydi. En son çıkan da tabii as solist. Bir yaz sezonu
boyunca bu gazinoya en az iki ya da üç kez gittiğimizi anımsıyorum.
O yıllarda bir gazinoda fasıl heyeti.
Diğer ilgi alanımız içinde ise İstanbul Belediyesi Konservatuarı tarafından, 15 günde bir düzenli
verilen konserler var. Bunun için de şimdiki Sheraton Otelin olduğu yerde bulunan belediyeye
ait otele gidiliyor ; semt ise Taksim. Burada da zamanın en ünlü radyo sanatçıları solo yapar ve
büyük saz üstatları görev alırlardı. Konser genellikle klasik eserleri seslendiren koro ile başlar,
saz eserleri ve sololarla devam ederdi. Bütün bunların, benim musikideki gelişimime katkısı
olduğunu düşünüyorum.
1953 yılında bu konuda iki güzel gelişme oldu. İlki, yeni ve güzel bir ud sahibi olmamdı.
Bu ud bana, küçük ablam Naime’nin armağanıdır. 2013 yılı itibariyle, geçen 60 yıl sonra
o ud, hala evimin bir köşesinde yer bulmaktadır. İkinci önemli gelişme ise, ciddi bir eğitim
sürecinin başlamasıdır. Lisede 11.sınıfta olduğum yıldı. Beşiktaş Akaretlerde Halk Evi
binasının en üst iki katında bulunan İleri Türk Musikisi Konservatuarı öğrencisi oldum.
Burada Cumartesi ve Pazar günleri, yaz ayları iki ay hariç, tam iki yıl aksatmadan derslere
devam ettim. Solfej, Nazariyat (Temel Bilgiler) ve Teganni (Birlikte şarkı söylemek ve
şarkı söyleme teknikleri hakkında bilgilenmek) gibi dersler gördük. Konservatuarın kurucusu
Hüseyin Sadettin Arel’di. Büyük bir musiki üstadı olan Arel o tarihte sağdı. Konservatuarı
öğrencisi ve tanbur sanatçısı Laika Karabey yönetiyordu. Onun da öğrencisi olmuştum. Bu
okulda ilk temel bilgileri edindim ve çok şeyler öğrendim.
Kabataş Lisesi son sınıfında, Fen A şubesinin 731 no.lu öğrencisi idim. O yıl Edebiyat dersine
ünlü şairimiz Behçet Necatigil geliyor. Her bakımdan bizi çok etkilemişti. Kişiliği ve sanatçı
kimliği ile bütün öğrencilerinin saygınlığını ; dahası hayranlığını kazanmıştı. Ondan aldığım
ilham ve terbiye ile şiire böyle başladım. Benimle hayli ilgilendi. Onun şiir kitaplarını almıştım,
benim için imzaladı. İlk şiirim Anadolu’da Renkler adını taşıyor. O çok beğenmişti ve okulun
Dönüm adlı dergisinde yayınlandı. Bir sonraki sayıda da Dedemin Kahvesi adlı hikayem
yayımlandı aynı dergide. Şiir yazmaya böyle başladım ve biriken şiirlerimden Sevgi Damlaları
adını verdiğim bir kitabım oldu 1997 yılında. İçinde bir çok şarkı sözü de var. Şiir yazmaya
devam ediyorum. Sitemde okuduğunuzu umduğum, “Okyanus Kenarında Kahve İçmek” ve
“Gül ile Kanka Olmak” gibi şiirler birkaç yıl öncesine ait. Bu şiirlerimden bir kaçını besteledim.
Bunların bazılarını konserlerimizde icra ettik. Umarım sitemde bunlara yer verebilirim.